10. Bölüm

Bir kurşunluk canım var; al senin olsun. Silaha gerek yok gülüm bir bakış at yeter.

Sabır nedir sevgilim? Sabır başına ne gelirse gelsin ama ne gelirse gelsin katlanmak ve senin için hazırlanan iyiyi beklemedir. Bekleme öyle ki zamanını bilmediğin bir bekleme. Belki bir gün, belki bir yıl, belki bir asır bekleme. Belki var olduğun günden yok olacağın güne kadar yüreğinde alev yana yana bekleme. Yüreğin aynı palaz ateşle yana yana bekleme. Tamam, belki alışıyor insan ama artan bir ateşle beklemesi öyle zor ki… Dayanamadığı zaman oluyor insanın ve o dayanamadığı bir zamanda da başına bir tabanca dayayıveriyor.

Bugün seni unutmak için yoldan çıktım biraz. Kemal ve Ramazan’ı da yanıma alıp bir kaç kutu bira ile gittik mesire alanına… Ramazan her zaman ki gibi silahlı geziyordu. Gerçi bir zamanlar bende silahsız gezmezdim de senin aşkın eritmişti tüm haylazlıklarımı, bu güne özel mi yoksa bugün yaşayacaklarıma özel mi bilmem o serseri ruhum diriliverdi.

Sabah telefonum çaldı arayan Ramazan’dı. Ramazan oturduğum mahallede adı çokça bilinen, Güneydoğulu bir ailenin çocuğu. Adaletsizliğe dayanamıyor. Onun yanına gelince insanın burnuna yanık bir barut kokusu geliyor. Adam çok ezilmiş ama zalimden başkasını ezmemiş. Mazlumları kanatları altına almış zalimlik yapanları da karşısına… Kendisi iyi hoş da bazı terör örgütleriyle de bağlantısı var. Böyle bir mahallede bir güce sahip olmadın mı bir yerlerde sıkıveriyorlar kafana… Bir gün başına gelecek var senin diyorum hep ona da söz dinleyen kim… Bugün biraz canı sıkkınmış; sohbet edelim istedi. Bende belki bir an olsun unuturum seni diye mesire alanına gitme fikrini sundum. Giderken Kemal içecekleri aldı yol üzerindeki bir kuruyemişçiden… Bıraktım ben içmiyorum artık ama nefsimde zorlamıyor değil, bıraktım demeyelim de azalttım diyelim en iyisi. İki kutudan bir şey olmaz dedim kendi kendime…

Oturduk çayırın bir köşesine herkes derdini dökmeye başladı. Onların dert ettiklerine bakıp benim yürek yangınımla mukayese edince öyle basit konulara takılmış dert etmişlerdi ki; diyemedim. Kendi kendime acaba ben katlanmam gerekenden daha büyük bir ızdıraba mı katlanıyorum dedim. Sevgilim dediğim kız, kadını olmuşken başka adamın ben hala hayalimdeki o saf, o karşı kaldırımdaki donuk kızı seviyorum deliler gibi. Deli miyim acaba ben. Gerçekten olabilir mi? Deliliğin tedavisi için kişiye önce deli olduğunu kabul ettirmek gerekirmiş ben tedavi olacaksam hemen kabul ederim. Ama yok delilik değil bu, bildiğin aşk yanığı… Yüreğimde var olan öyle bir yanık ki her nefes alışımda o yanık üzerine tuz basıyorlar sanki. Dayanamıyorum artık… Ya getir Yarabbi bana onu ya götür bu canımı…

Hemen yanımda Ramazan’ın silahı sigara paketinin yanında duruyordu. Ramazan ile Kemal öyle derin sohbetteydiler ki beni duymadılar bile. Aklım bulanıyor çok da içmedim ama midem de bulanıyor. Dünya sabit ben dönüyorum olduğum yerde… Gözlerimin önüne o adamla sevişen çırılçıplak bedenleriniz geliyor, sesler bile kulaklarımda, beni unutmuşsun onda zevke doyuyorsun, fazla ama bu kadarı da… Başlarım ben böyle aşkın ızdırabına… Mermiyi ağzına verdim şak şak sesiyle ve şakağıma dayadım tek saniye düşünmeksizin Tak!

Tekrar tak!

Ölmedim, öldüm mü ki acaba ama hayır yaşıyorum. Sersemim hala. Ramazan’ın “Ne yapıyorsun ulan sen geri zekâlı” deyip attığı o tokatla olduğum yere yığıldım. Sağa sola sendeleyerek kalktım yerden elimdeki silahı otların arasına doğru fırlattım. Hiçbir şey söylemeden yürümeye başladım eve doğru. Yolda nerelerden geçtim, eve nasıl geldim, içeri ne zaman girdim hatırlamıyorum. Odaya girdiğimde küçük radyo açıktı. Annem birkaç gündür ablamda kalıyordu; gelmiş… Benim halimi görünce ağlamaklı oldu, kolumdan tutup kanepeye uzattı, çoraplarımı çıkarttı. Radyo da sesini sevmediğim ama annemin nedense sevdiği o adam var yine. Onurla Show Time diye bir program yapıyor. Adama sebepsiz bir gıcıklığım var. Kanepe de uyku ile uyanıklık arasındayım. Bir dinleyici kız bağlanmış telefonla; sevgilisi mi terk etmiş nedir, dert yanıyor Onur’a… Onur’un şu son sözünden sonra uyuyakalmışım; “Dünyada senden değerli başka ne var, boş ver…”

Sabah olmuş, uyanmıştım. Başımda davul çalmışlardı sanki bütün gece; öylesine ağrıyordu… Uyanır uyanmaz anneme o radyocunun kim olduğunu sordum. Onur dedi. Aradım internette hiçbir kaydı, fan sitesi falan yoktu. Yoksa ben kurabilirdim. Bilirsin ben teknoloji meraklısıyım okulunu okumadım ama grafik tasarımı, web tasarımı, az biraz da programlama biliyorum. Sende grafik bölümü öğrencisi olduğun yıllarda ikimizin fotoğraflarını az yan yana koymadın gökyüzüne…

Bir internet sitesi kurdum ve yayına da defalarca mesaj attım site kurduğumun tanıtımı olsun diye. Sonunda siteye üyeler gelmeye başladı. Onlarca, yüzlerce üye oldu hepsi Onurla Show Time dinliyorlardı. Yeni arkadaşlarım oldu, eskileri çoktan silip attım bile. Ramazan üyesi olduğu terör örgütünden ayrılmak istedi diye fena bir dayak yemiş, komalık olmuş ama sonunda iyileşmiş, helal süt emmiş bir kızla evlenmiş, ellerinden öper bir de kızı varmış. Kemal ise hala bilmiyorum. Sigara’yı hiç içmedim duydum ki sen başlamışsın. Alkol mü yüzünü görmekten tiksiniyorum artık…

Onur’la da tanışmayı başardım. Ona hiç bu durumu anlatmadım. Anlatamazdım ki… Anladım ki sabır nereye kadar sürüyor biliyor musun? En dayanabileceğin noktaya kadar, eğer sabır sınanması senin o noktanı aştı diye intihar etmeye kalkıyorsan Allah’tan da daha yiyecek ekmeğin varsa bu dünyada o silahın iğnesinin kırılıp patlamaması gibi korunuyorsun ölümden… Sonra bak o kötü, gel güzele dön deyip döndürüyor seni…

Bende sana desem ki bak o kötü gel güzele dön, döner misin? Ama onun da iyi yanları var be! Arafa düşmesem olmazdı zaten…

Bir Cevap Yazın